ERDEM DENK

VİP oldum abi!

Sene başı Cavcav’ın önce maratona kombine çıkarmayacağını duyurması, sonra ayağına kadar giden bir heyete tamam, 150 lira iyi mi demesi ama sonra yine de kombine çıkarmaması, lig başladıktan bir süre sonra da bir gün ansızın kombine çıkması...

Bu bilindik hikaye, bu sene protesto mahiyetinde kombine bilet almamamım mazereti. Ucuz maçlarda sorun olmadı tabii, gidebilecek durumdaysam aldım biletimi gittim. Bu sene ilk defa gidebilecek durumda olduğum ‘büyük’ maç olan BJK maçı gelince işin rengi değişti ama bu sefer de yardımıma bizim mektepte 4. sınıfta okuyan S. yetişti. Ankara’da yaşayan Afrikalılar dayanışmasından mütevellit Isaac’le arkadaşlar ve bu sefer her bir topçuya olduğu gibi Isaac’e de verilen iki ücretsiz VIP biletinden birisi S. üzerinden bana nasip oldu. Son anda 10 lira opsiyonunu duyunca maratona mı gitsem diye düşündüm aslında ama S.’nin orada kavga, sıkıntı olmuyor mu demesi beni kendime getirdi. Elinde VIP bileti olan herkes bir VIP gibi davranmalıydı ve işe (her zamanki bildiği yer olsa bile) maratonun tekin bir yer olmadığını söyleyerek başlayabilirdi. Belli ki zamanla insan zaten buna inanmaya, bu tip lafları inanarak söylemeye ve hatta bu işi başkalarını ikna edecek derecede iyi yapmaya başlıyordu. Yine de maratonun hakkını yemeye elim ve dilim varmadı, ne de olsa VIP’e gitmek üzere olan duyarlı bir vatandaştım artık. Oranın öyle pek de kötü bir yer olmadığını ve hatta halkımızın kendilerinden hiç de beklenmeyecek bir performans ve olgunluk örneği sergilediğinin bile pekala söylenebileceğini S.’ye ilettim. Artık bir VIP deneyimi yaşamamım önünde hiçbir engel yoktu ama bu sefer de işin VIP’ini çıkaran bir fikir dürttü beni: Acaba VIP biletimi göstererek arabamla stadın içine girebilir ve stad dışında park parası vermekten kurtulabilir miydim? Oraya park eden şanslı kullardan olacağımı ve özellikle maç çıkışı maratondan çıkan güruhu usuldan yararak ilerlemenin vereceği keyfi yaşayacağımı düşünmek de cabası! Bu şahane fikri utanarak -bir VIP olarak insanın daha farklı, daha bir anlamlı utanıyor olduğunu fark ettiğimi izninizle vurgulamak isterim- dostum A.’ya açtım, sonra hemen kapattım. Bunu herşeye rağmen sordurtan ve sonra da ayıplayıp konuyu kapatan ve adeta soruyu geri çeken aynı kişi(lik) miydi? Tabii ki değil. Nasıl olabilir ki? Yeni kazanmakta olduğum yani daha pek bir içselleştiremediğim soylu VIP kimliğim gecikmeli de olsa devreye girmiş ve artık geride kalmasını ümit ettiğim, yani alt kültürüm diyebileceğim ya da artık öyle anmak istediğim eski kişiliğimin (ki, artık ona ne kadar kişilik denebilirse) aradan pırtarak sordurduğu saçmalığı son anda olgun bir manevra yaptırtarak geri aldırmıştı. Hey güzel Allahım, ne güzel ve yararlı birşeymiş VIP olmak.

Efendime söyleyim, arabayı dışarıya park edip stada ana girişten girdiğimde aslında bir VIP olmanın farkını pek idrak edemedim hemen. Ama bu durum uzun da sürmedi çok şükür çünkü tüm Protokol ve VIP girişlerinin olduğu kısma giden yolda karşılaştığım ilk polis kontrolünde elimdeki bileti gösterdiğim görevliler ‘buyrun beyefendi’ dedi. Bu görevlilerin de VIP olduğuna kalıbımı basarım, ya da öyle olmalılar. Düşünebiliyor musunuz, bir hafta burda, bir hafta diğer kapılarda görev yaptıklarını... Oraların gereklerini yerine getirmenin zorunlu kıldığı sözleri kullanma ve davranışları sergileme, tekrar VIP’e dönenlerde bir araz illa ki bırakacak, buysa VIP’teki hizmetlerin hiçkimsenin istemeyeceği şekilde etkilenmesi ve aksaması anlamına gelecektir. Allah muhafaza. Oysa, diğer kapılardan bilet parası ödeyerek giren halkın ücretsiz maç izleyen VIP’i finanse ediyor olması tamam sosyal devlet olmanın ta buralara dek uzanmış doğal bir gereğidir ama bu durumun diyetinin VIP’in hayatını etkileyecek uygulamalarla çıkarılması, bu sosyal dayanışma ilkesinin arkasında yatan felsefe ve ahlak anlayışıyla taban tabana zıttır. Bu nedenlerle, VIP bölgelerindeki tüm destek hizmetlerinin de VIP bir şekilde (söylemeye bile gerek yok, tabii ki bu görevliler ‘VIP’ değil ‘hizmetli VIP’ olarak anılmak gerekir) verilmesi en sağlıklısı ve doğrusu olacaktır.

Artık bir beyefendi olabilirdim ama hala hangi kapıdan girebileceğimi tam kestiremiyordum. VIP olmanın dayanılmaz hafifliğinden kaynaklanan kafa karışıklığıyla ilerlerken birden önümde Yıldırım Demirören’i ve maiyetindekileri gördüm. Tamam, baştaki iktidar ve yürümüyor. Yollar onun önünde açılıyor, ona da sadece adım atmak kalıyor. Birşeyler öğreneceksem asıl o maiyettekilerden öğrenmem gerektiğini hemen anladım. O tevazu, o etrafa hiç bakmadan, yere bakarak yürümeler, o gideceği yeri ve hatta yürüme şeklini bile artık yapa yapa ezberlemiş olmalar... Daha hangi kapıdan ve işin kötüsü nasıl gireceğini bilmeyen yeniyetme bir VIP olarak kuşkusuz daha öğreneceğim çok ama çok şey olduğunu da anlamakta gecikmedim. Bu bile bir kazanç sayılmaz mı?

‘İki yandaki kapı, beyefendi’ dedi başka bir ‘hizmetli VIP’. Ben üstünde Protokol diye yazana yönelmişim. Yok daha neler, tamam olaylar hızlı gelişiyor dedik ama o kadar da değil! Bu arada, beyefendi ve hanımefendiler de kendi içinde amma çok ayrılıyorlarmış! Protokol, Basın-yayın, VIP-A, VIP-B vs.

Neyse, buldum kapıyı. 5-6 kişilik son derece medeni ve düzeyli bir sıra var. Hemen iki önümdeki hanımefendi dikkatimi çekiyor. Yanında 5-6 yaşlarında bir çocuğu, kucağında da küçük bir bebeği olan hanımefendi önemli bir akşam yemeğine çıkar gibi giyinmiş, makyajı yerinde hatta biraz ileri giderek allığı biraz fazla kaçırmış olduğu bile söylenebilir. Başka yerde görsem futbola ve futbol izleyen herkese ‘oha felan olduğunu’ düşüneceğim birisi aslında. Görevliye (ki, o da bir “hizmetli VIP”) son derece kibarca biletleri uzatıyor. Küçük beyefendi de ayrı bir davetiyeye sahip, öyle maratondaki hiç görmemişler gibi ‘abi, ufak çocuk işte, maça alışsın, tek biletle turnikeye sıkışıp girsek ya’ gibisinden diyaloglara yer yok burada. Neyse davetiyesi, tedarik etmişler ve şimdi de medeni bir şekilde giriyorlar işte! VIP olmak, insana “işte budur” bile dedirtiyormuş, onu da demiş oldum.

İşte ben de geçtim o büyülü turnikeden ve asıl polis kontrol noktasına da erişmiş oldum. Elindeki dedektörü etrafımda ve çevremde dolaştıran polis bana dokunmamaya, elindeki aletin bile bana değmemesine azami özeni gösteriyor. Cebimdeki kalemi zulalamıştım oysa, maraton alışkanlığı işte. Herneyse, bir ara öttü alet; cep telefonudur dedim. Eliyle yoklamadı, çıkar göster filan da demedi. ‘Tamam beyefendi, buyrun geçin’ dedi. Çakmak vs. sormadı bile. VIP’e VIP gibi, medeni olana medenice davranmaktan daha doğal ne olabilir ki? Onun için hiç şaşırmadım. Maraton girişlerinde her tarafımın mıncıklandığı günler artık ne kadar da uzak geliyor. İnsan gerçekten de istemediği ve layık olmadığı şeyi daha çabuk unutabiliyormuş.

Doğrudan dışarıdan merdivenlerle giriliyor VIP tribününe. Ağır ağır çıktım o merdivenlerden, yukarıda üstü kapalı olarak dikkat çekmek istediğim gibi, böyle durumlarda sindirerek ilerlemek önemli. Çıkınca bir de ne göreyim. Beyefendi ve hanımefendiler, tam da kıçlarına layık bir koltuk düzeniyle karşılanıyorlar (maratondaki gibi .ötünüzü kollamanız gerekmiyor!). Gerçi ceylan derisiyle kaplanmamışlar, araları da biraz sıkışık filan ama gayet konforlu koltuklar. Kıçım da pek bir sevindi bu duruma –en azından .öt olmaktan kıç olmaya geçti o da.. Buralara sürekli gelenlerin maç pantolonu filan giymesine gerek yoktur kalıbımı basarım. Ey güzel Allahım, insanlar da ne farklı, ne güzeller. Her taraf beyefendi, hanımefendi, küçük bey ve küçük hanımlarla dolu. Birkaç çekirdek çıtlatan gördüm ama asıl görülenler en büyük boy cips yiyenler, farklı farklı çikolata ve bisküvileri tüketenler filandı. Ama ne inkar edeyim beni asıl şaşırtan kutu kolalardı. Statta görmeye alışık olmadığım bir manzaraydı bu ama maratonda bu tür içeceklerin bir bardağa boşaltılarak satıldığı bunun da sahaya atılacak yabancı maddeleri engelleme gerekliliğinin kaçınılmaz bir sonucu olduğu hemen aklıma geldi. Aklıma gelince de gördüklerime niye şaşırdığıma şaşırdım, çünkü VIP küfür etmeyeceği gibi sahaya da yabancı madde atmazdı. Ben de buraya geldiğime göre artık sadece buranın kurallarına uygun davranmaya değil alt kültürüm itibariyle bana yabancı gelen kurallara şaşırmamaya da alışmalıydım. Gerçi maçın kritik anlarında çok güzel küfürler duydum, maç sonrası önümüzden sahayı terk eden hakemlere pet şişede su filan atıldığını da gördüm ama bunu yapanların bulunduğu yerin kurallarını benim kadar hızlı içselleştirememiş kökü dışarıda insanlar olduğuna kanaat getirdim. Özde bir VIP’ın öyle davranabileceğini düşünmek bile VIP olma azmimi sekteye uğratacak cinsten zira.

Maçı oturarak ve birşey yiyip-içerek izleme şahsen pek yabancı olduğum şeyler değil aslında. Ama gol olduğunda bile hiç tepki vermeyen, genelde aralarında sohbet eden, cep telefonlarıyla arkadaşlarına mesaj atmayla filan uğraşan küçük bey ve hanımları gördüğümde maraton ve kalearkası biletleriyle sübvanse edilen VIP biletlerinin bir kısmının verimliliğinin düşük olduğunu düşünmedim değil. Ama daha ilk VIP maçımda dikkatleri üstüme çekmek istemediğim için bu konuyu şimdilik daha fazla irdelemeyi düşünmüyorum. Yalnız, cep telefonlarıyla 90 dakika boyunca 90 fotoğraf çeken futboleseverleri gördüğümde, bağırıp çağırmaktan maç izlemeyen halk tribünlerine nazaran bu yöntemin daha medeni bir maç izlememe yöntemi olduğunu fark ettim ve VIP olmanın avantajlarını bir de bu açıdan görmüş olmanın mutluluğunu ve gururunu tüm benliğimle tüm benliğimde hissettim.

Çıkışta canlı yayın yapan spikerlerin arkasından ve kameraların önünden geçmek durumunda kalıyorsunuz. Anladım ki VIP olmanın böyle bir külfeti de var. Olsun, artık işi biraz biliyorum ve bu sayede tıpkı girişte gördüğüm maiyettekilerin yaptığı gibi nereye gittiğini bilerek, yere bakarark ve asla mütevazılıkten ödün vermeyerek geçtim -ki olur ya o sırada canlı yayında biri görürse ne kadar VIP’leştiğimi anlasın ve beni eliyle 5 yapan ya da cepten birisini arayıp, nasıl iyi çıkıyor muyum diyenlerle karıştırmasın.

Sonra, hemen önümde Protokolden çıkan sivil bir arabayı ‘mihmandar Protokol’ diyebileceğim bir görevli uğurluyordu, onları izleme ve bu fırsattan da kendime bir ders çıkarma şansını elde ettiğim için giderayak sevincim bir kat daha arttı. Seçilmiş ve VIP bir insan olduğuma bir kez daha kanaat getirmiştim çünkü. Bir yandan kapıyı kapatıyor bir yandan da ‘Allah sizi başımızdan eksik etmesin paşam, hayırlı hizmetler’ diyordu görevli. Ben, izninizle, biraz da henüz VIP aşamasında olmamın da etkisiyle olsa gerek, bunu tüm o bölgeye yaygınlaştırarak tekrarlayıp sözlerime öyle son vermek istiyorum. Allah VIP’leri, Protokolleri ve maiyetlerini ve şürekalarını başımızdan eksik etmesin. Bizi de tez zamanda oraların tam ve özde bir parçası etsin.

Maçtan dönünce içime bir kurt düştü. Bundan sonraki maçlar için S. bana yine davetiye getirmezse ve tekrar maratona gitmek zorunda kalırsam ben ne yaparım diye kara kara düşünmeye başladım. Ne demişler, Allah kimseyi gördüğünden geri bırakmasın...
 

Erdem Denk

 

ana sayfa